EHLEN VE SEHLEN :)

TOPRAKTA GEZEN GÖLGEME TOPRAK ÇEKİLİNCE, GÜNLER ŞU HEYULAYI ER GEÇ SİLECEKTİR. RAHMETLE ANILMAK, EBEDİYET BUDUR AMA SESSİZ YAŞADIM, KİM BENİ NEREDEN BİLECEKTİR...

YÖK'ÜN İSRAİL'DEN FARKI NE?

YÖK'ÜN İSRAİL'DEN FARKI NE?
OKULLARINA GİTMEK İSTEYEN ÖĞRENCİLERE, İSRAİLLİ ASKERLER BARİKAT KURARAK İZİN VERMİYOR.

CENNET UCUZ DEĞİL, CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL!

CENNET UCUZ DEĞİL, CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL!


"SAKIN, ALLAH'I ZALİMLERİN YAPTIKLARINDAN HABERSİZ SANMA! ALLAH, ONLARI GÖZLERİN DEHŞETLE BAKAKALACAĞI BİR GÜNE ERTELEMEKTEDİR." (İBRAHİM/42)

BUNLAR ELBET BİR GÜN SORULACAK!..

BUNLAR ELBET BİR GÜN SORULACAK!..

YA RABBİ, ZALİMLERİ KAHHAR İSMİNLE KAHREYLE!

YA RABBİ, ZALİMLERİ KAHHAR İSMİNLE KAHREYLE!

9 Mayıs 2007 Çarşamba

GÜL KOKUSUYLA PİSLİK KOKUSUNU AYIRDETMEK

Hz. Mevlana, Mesnevi'sinde güzel bir hikaye anlatır. Kısaca özetleyeyim:
"Birisi güzel koku satanların çarşısına varınca kendinden geçti, yere düştü, bayıldı. Güzel koku, adamın başını döndürdü, olduğu yerde yığılıp kaldı. Halk onun başına toplandı, derdine derman aramaya başladı. Kimi nabzını tutuyor, kimi de adamın yüzüne gül suyu serpiyordu. Bilmiyordu ki, onun başına ne geldi ise gül suyundan geldi.
O düşüp bayılan debbağın (derileri terbiye eden kişi) erkek kardeşi koşarak yanına geldi. "Ben onun neden bayıldığını biliyorum, sebep bilinince iyileştirmek kolaydır." diyerek, yerde bulunan köpek pisliğini burnuna dayadı. "Şu köpek pisliğinin kokusu, onun beynine, damarlarına, iliğine kat kat olarak işlemiştir. Çünkü o rızkını elde etmek için her gün sabahtan akşamlara kadar pisliğe gömülmüş olarak, pis kokular içinde debbağlık yapmaktadır." Biraz sonra baygın adam kendine geliyor."

"Ata et, ite ot yedirmek" diye bir tabir vardır. Ne zahmetler, sıkıntılar çekeriz, insanları eğitmek, onlara laf anlatmak için. Bilmeyiz ki, insanların çoğu gül suyunun kokusundan bayılıyor.
Gül, "MUHAMMED"i simgeler. Bilirim, sen ona canını verirsin; ama Ebu Cehil nasıl dayansın onun kokusuna?
Bir gün, Efendimiz (AS), Ashab-ı Kiramla oturuyorlar. Ebu Cehil çıkagelir, Peygamberimize bakar bakar ve yüzünde cehennem alevleri estirerek : "Ya MUHAMMED! Sen ne çirkin adamsın, seni hiç sevmiyorum!" der. Ashab-ı Kiramın morali bozuluyor; ama Peygamber (AS) Efendimiz her zamanki mütebessim hali ile Ebu Cehil'e: "Doğru söylüyorsun." diyor.
Aradan az bir zaman geçiyor, Ebu Bekir beliriyor ileride ve neşe içerisinde Peygamberimize doğru yaklaşıyor. Selam verdikten sonra: "Ya Rasulallah, ne kadar güzel insansınız, sizi canımdan çok seviyorum." diyor. Peygamberimiz ona da: "Doğru söylüyorsun." diyor.
Ashab-ı Kiram hayretteler: "Ya Rasulallah, biz olup bitenlerden bir şey anlayamadık. Siz durumu bize açıklar mısınız?" Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz evreni titretecek sözünü söylüyor: "Evet, ben sizin aynanızım; bana bakan orda kendini görür."

"ALLAH" denilince senin kalbin titrer, arş sallanır. Ya öteki? O, ALLAH'ı misafir edecek bir kalbe sahip değilse, sen ona gülü ne koklatırsın; git bir pislik bul.
O adam gül suyundan bayıldı, pislikten uyandı. Mayası bozuk olan insanlar, ALLAH'ın helal kıldığı şeylerden anlamazlar. Sen onlara namaz dedikçe; oruç, hac, infak dedikçe kudururlar, baygınlık geçirirler. Ama bir de zina de bakalım; soygun, vurgun, hile, içki, kumar... de. Göreceksin ayağa kalkacaklar.
Nefsini sultan edinenleri adam yerine koyarsında şu garibimi görmezsin, öyle mi? Halbuki bu garibim ruh sultanı; onu nasıl tanımaz, görmezsin? Öyleyse sende gül suyunu koklayacak butun yok!
Atalatımız ne güzel demiş: "Eşeğe gem vurma, kendini at sanır." diye. Uyuz eşekleri, padişahın arap atlarını sakladığı haraya koymuşuz. Sonra da bu eşeklerle uluslararası at yarışlarına katılacağız diyoruz. Mirim, ahırdakileri değiştirir, yoksa elaleme rezil olacaksın.
ALLAH seni temiz yarattı. Güzel bir fizik ve can verdi. Ruhunu da kendinden bağışladı. Sen, dünyada RABB'ini temsil eden bir halifesin. Sen, kutsal bir varlıksın. Kutsallığının ve halife oluşunun devamı için senden, O'nu tanımanı ve O'na ibadet etmeni diledi. İbadetin, ruhuna sunulan gül kokusu gibidir; onu uyandırır. Yoksa senin ruhun ibadetle uyanmıyor mu? Eyvah ki ne eyvah! Haramlarsa seni uyandıran, o zaman alemde gördüğün farklı şeylerdir. Sen nefsinin kulusun ve seninle aynı mekanları paylaşmamıza rağmen, o kadar ayrı dünyaların insanlarıyız ki, bunu sen anlayamazsın. Sen Ebu Cehil gözüyle bakıyorsun Hakikat'e, ben Ebu Bekir gözüyle. Seni haram bir bakış çileden çıkarır, beni bir kuşun "HAK" diye ötüşü bayıltabilir. Senin iç dünyanın kodları nefsine, şeytana göre ayarlanmış, benim ruhumun derinliğine göre. Bunun için sabah ezanı seni kudurtuyor, bana ise can veriyor.
"ŞERİAT" denilince gözlerine bakıyorum ve insanlık adına korkuyorum; ama bana annemin ninnisi kadar munis geliyor.
İsterdim ki ruhunla tanışasın. Alemi, alemleri Yaradan'ın sana emanet olarak vermiş olduğu gözle göresin. O zaman aynanda farklı siluetler belirecek ve gül kokularına nefretle bakmayacaksın.
Sana DUA ediyorum, Hakikat'i göresin diye.

(09/05/07 TARİHLİ VAKİT GAZETESİ D.ALİ TAŞÇI YAZISI)

8 Mayıs 2007 Salı

"ZAMANI KOKUTANLAR MÜRTECİ DİYOR BANA; YÜKSELDİK SANIYORLAR, ALÇALDIKÇA TABANA!"

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Salib'in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahlükü görün!
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!

Halka iman gibi telkin ile dinin sesini,
Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!
Veriniz baş başa zira sonu hüsran-ı mübin:
Ne hilafet kalıyor ortada billahi ne din!
Medeniyet! size çoktan beridir diş biliyor.
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem.
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım.!
- Boğamazsın ki! / Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam.
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale.
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu.
İRTİCANIN ŞU SİZİN LEHÇEDE MA'NASI BU MU?!

MEHMET AKİF ERSOY

AKİF MİLLETİMİZİN HİSSİYATINA NE GÜZEL TERCÜMAN OLMUŞ..

YÂ RÂB BU UĞURSUZ GECENİN YOK MU SABÂHI?

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
"Yandık!"diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,

Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!

Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!...

Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın

Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?

Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?

Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?

Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?

İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?

Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!

Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?

Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!



Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!

Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın!

Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!

Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!

Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!

En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!

İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!


4 Cemaziyelevvel 1331 - 28 Mart 1329 (1913)

7 Mayıs 2007 Pazartesi

İSTANBUL ANCAK BU KADAR GÜZEL ANLATILIR..

Senin hayallerinin yorgunuyum...
Ayrılığın, yüreğimin en kuytu köşesinden hüzzam bir şarkının âhengiyle çıkar gün yüzüne. Özlemlerim kabardıkça, hatıralar harmanından sevdanı devşiririm.
Ve seni ne kadar çok sevdiğimi, senin bende ne kadar yer ettiğini bir kez daha anlarım. Senden ayrı kaldığım zamanlarda kendimi, uykunun unutulmuşluğuna terk edilen bir bebek gibi hissederim. Ve sen bilemezsin, gönül sahilimden ne gemiler kalkar gözbebeklerine...
Ve sen bilemezsin, martıların çığlıklarında hangi onulmaz yaramın feryadı gizlidir...

Yağmurun yağışında, rüzgârın uğultusunda, karların ipekten dokunuşunda seni ararım.
Her bahar açan erguvanlarda, güneşin yeni bir umudu kuşandığı mavi atlasta, gönül dantelamda seni ve yüreğime kazıdığın asırlık hatıraları ararım.
Asırların yükünü sırtlayan hatıralarda seni ararım İstanbul...

Çağlara mührünü vuran bir güzel sevgilinin, çağlardan çağlara dalgalanan müjdesini sende görmenin mutluluğu doldurur içimi. Ey müjdeli şehir, sultanların şehri İstanbul!..

İstanbul'a geldiğim günü, daha dün gibi hatırlıyorum. Gelişim bir sevinci taşıyordu beraberinde. Üniversiteli olacaktım...
Hayallerimle İstanbul buluşacaktı denizin mavi sularında, martıların beyaz çığlıklarında. Harem'de inmiştim.
Denizin yosunlu kokusunu içime çeke çeke yürüyerek yol alıyordum Üsküdar'a doğru. Gün yeni yeni ışıyordu.
Geceden kalma bir sessizlik sinmişti Kızkulesi'ne. Yalnızlığını ağaran günle birlikte üstünden atmanın telaşındaydı.
İlk defa bu kadar yakından görüyordum Kızkulesi'ni. Resimlerden, siyah beyaz Türk filmlerinden hatırladığım Kızkulesi, şimdi bütün netliğiyle gözlerimin önündeydi.
O Kızkulesi ki, şairlerin dilindeydi yapıldığı günden beri. Kendisi için yazılan her şiirle birlikte yeni bir çehreye bürünürdü. Asırların yorgunluğunu, kendisinde ölümün ve alımlılığın sırrını arayan şairlerle gidermeye çalışırdı.

"Ölümden korkuşun sembolü olan Ölümden kurtuluşa yol arayan Zehiri saklayan incir tatlılığında Yılanı saklayan meyve sepetinde" İşte böylesine manaların giydirildiği bir yapıydı Kızkulesi. En son el değiştirdiği günden beri sahiplerinin, kulağına fısıldadığı müjdelerle büyümekteydi.
"Her akşam sularda duyduğu Müslüman ninnisiyle Kazır büyük konuşmasını ruhumuzun derinliklerine" Demek ki bir ninni tadında algılardı ezanları, boğazın mavi sularında sükûnetle uyuyan Kızkulesi.
Mihrimah Sultan ve Valide Sultan camilerinden karşılıklı okunan ezanlar, günün en yorgun saatlerinde huzura çağırır Üsküdar sakinlerini. Durup ezan sesine kulak vermemek mümkün değildir. Bir Kızkulesi yalnızlığına çekilip dinlemek gerek ezanları...

"Rabbim nedense bu şehri, Üsküdar'ı sevmeye başladım çarşılardan geçerken hüzünler yaşadımsa da bir çocuğun gözlerindeki parıltı bir tebessüm bir selam çok şey kattı hayatıma bu ezanlar şehri Üsküdar bu buram buram tarih aldı götürdü beni" Ve bir de Çamlıca'sı vardır İstanbul'un. Ufukları kollar dört bir taraftan. Yedi tepeli şehrin mütevazı bir yeridir burası. Günlerini Süleymaniye'nin aşkıyla, Ayasofya'nın hüznüyle geçirir.
Bakışlarında gri tonlu bir aşk belirir Süleymaniye'yi her seyre dalışında. Tevazû kanatlarına sarınmış ihtişamın güzelliğini gördüğü günlere dalıp gittikçe kan ağlar içi, şimdilerde Ayasofya'nın rengi gibi...
Şehrin, güzel bir komutanla el değiştireceğini müjdeleyen Sevgiliden geriye kalan mukaddes emanetler ve o emanetlerin taşıdığı hatıralar barınır Topkapı Sarayında. Bir hırka... Dünya nimetlerinden arta kalan... Bir kılıç... Açılır kapılar sonsuzluğun eşiğine onunla... Ve sakalından birkaç mübarek tel... Yüzünün nurudur beyaz teller... Ve vefanın resmi düşer her bir tele... Çınarların gölgesinde çıkılan seferlerden, şehre zaferlerle dönülür ayışığında... En yalın haliyle mahzenlere serilir yataklar, zafer sarhoşluğundan uzak... Şimdi çınarlar yorgun... Gölgesinde yeni bir zafer şarkısının besteleneceği günü bekliyor. Yapraklarının arasından sızarken ay ışığı, duyulsun istiyor hıçkırıklar...

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.” ... 'Hayallerinin yorgunuyum!' derken işte bunlardan dolayıydı... Ve bir de senin kıyılarından yürürken kumda bıraktığım izler... Sularına yazdığım köpük tadında sevgiler... Candan öte bildiğim ve yüreğimin bir yarısında yaşayan dostlar, dostlarım... Bunlar hep senin armağanındı bana. Seni yıllar önce arkamda bırakıp giderken, gözlerim denizin mavi sularına bıraktığım hatıraları arıyordu. Gidişim, sana olan özlemlerimi besliyordu usul usul... Eyüp Sultan sabahlarını özleyecektim, orada topluca yapılan duaları... Yalnızlığın kuytu köşesine çekilen Yuşa Tepesi’nden ebediyete uzanan yolu bulmaya çalışacaktım yeniden... Ayasofya'da Fatih'in hutbesini dinleyecektim emanete sahip çıkmaya dair... Ruhumun üşümüşlüğünü Nebiler Sultanının saadet hırkasına sarınarak gidermeye çalışacaktım... Boğazın serin sularında işte ey sevgili, işte ey İstanbul, kendim olacaktım yeniden. Şairlerin dediği gibi, İstanbul diye toprağa kondurulan yanımı bulacaktım, annesini kaybeden bir çocuk heyecanıyla...

SELAM OLSUN EN SEVGİLİYE...

Kırık mızrabına dokunan,
El değil.
Kaybolan bir bestenin güftesindeydin.
Ebazer gibi bir yalnızlık yaşadın Laleydi bu yüzden adın..
Karanfil değil, yasemen değil.
Sen ağladın ve ıslandı bulutlar,
Dile geldi çiçekler, ses veren onlardı.
Bu bir sahte hâl değil.
Okyanus ötesinde bir yiğit var, dediler,
Tükenmeyen zamandı,
Yol değil…
Alevler sarıyordu zemherî ayrılığı,
Bakışında savrulan merhametti,
Yel değil. Çağ ötesi bir vuslat,
Gün dönümü bir edaydı duruşun,
Hakikattı sözlerin Muhâl değil…
Şimdinin gerçeğini yarın ve dün söyledin,
Gerçekti konuşan Sihir değil, fal değil.
Seradan Süreyya’ya parlayan O’ydu,
Zuhâl değil.
Bu bir yoldu, adanmaktı, hiç olmazsa yanmaktı,
Çakırkeyf hâl değil.
Uzaktasın diyemem sana,
Yıldızlar küser, ağlar bulutlar.
Seni hatırlatan diller gücenir;
Kırılan gönül değil.
Kaybolursa gülün adı,
Nefesler düğümlenir
Şimdiye esir olur ebedî bekleyişler,
Unutan ecel değil…
Bir çöl yangını kavuruyorken,
Hicranla sulandı tomurcuklarım.
Güle vurgundun, yangının lâledendi,
Ya da lâle seni var edene remizdi Ebced ona götüren izdi.
Denizdi bakışların,
Sessizdi ağlayışların.
Bu ayrılık nedendi?
Yıllar yılı vuslat dendi
Her an dilimizde yâdın Adın, tadın İsmine mukaddime Fetih önsözlü Uhrevî gözlü Lâledendi…

UNUTULMAZ.. HELE SEVEN VEFALI İSE ASLA UNUTMAZ!..

Unutur muyum sence?..
Gecelerin karanlığına sığındım yine. Yalnızlığıma eşlik eden sonsuz boşluk olarak nitelendirdiğim gökyüzünün sevgi ışıkları, usulca özlemini sunuyor yüreğime. Bu zaman dağarcığında yıldızların bazen gizlice göz kırptıklarını görüyorum. Sanki:’boş ver aldırma, unutursun!..’ diye teselli ediyorlar beni...

Unutur muyum sence?..

Yıldızların parlaklığında bile senin gözlerinin ışıltısını görürken, silinir mi bu çerçeve düşüncemden? Gülüşün aklıma her düştüğünde, içimi kavuran yalnızlığı yok etmek istiyorum?

Karaladığım satırlara ‘sen’ ile başlamadan nokta koymayı, doğan yeni güne senden hiç birşey katmadan bitirmeyi öyle istiyorum ki...Ama olmuyor işte, beceremiyorum; gökyüzünün büyüleyen mavisini, denizin dalgalarını, seninle süslemeden hayal edemiyorum?

Hem bunca güzellik senin yokluğunda bana haz verir mi sanıyorsun?
Herhangi bir söz bile seni hatırlatmaya yetiyorken, olanları yok saymak mümkün mü?
Gerçekte yanımda yoksun. Sana hasret kalıp gözyaşlarımı cömertçe sunduğum, yıldızları kaybolmuş gecelerin hiçbirinde yanımda olmadın zaten.

Bu karanlık gecelerde ben hep yalnızım, ama ne kadar yalnızsam, sana bir o kadar yakınım nedense! Sana olan sevgim; karanlıkta yanıp sönen yıldızlar kadar çok ve en az onlar kadar öksüzdü, ama bu yalnızlığıma rağmen leke düşürmedim sevmelerime...

Sen uzaklarda bir yıldız misali yanıp sönerken, ben hep suskun yüreğimle seni özledim... Herşeye rağmen hep büyüttüm içimdeki SEN’i, her saniye geçişinde bir o kadar çoğaldın yüreğimde...
En acıyan yanımsa, ben seni sanki asırlardır tanıyorum ve doğduğumdan beri seninleyim, ama birlikte hayallerimizi sandala koyup, hiç açılamadık uzaklara...
Çok ağladım, çok acı çektim ve hep yalnız kaldım, ama hiç kızmadım kendime, hiç isyan etmedim...
Çünkü sevmek kutsaldı, her ne kadar bazen acıyı yudumlamanın adresi de olsa...

Sen ki, benin gönlüme yakışan rengarenk bir gökkuşağıydın. Senin de yaşadığın karanlık gecelerin var biliyorum, ama yine de sana sesleniyorum: ‘Hadi ver elini, uzat ne olur... Bir kerecik de olsa seninle elele, yürek yüreğe karanlığı delip, bize yakışan aydınlıklara doğru uzanalım...

1 Mayıs 2007 Salı

BURÇLARIN BİR DE BU YÖNLERİNİ OKUYUN :)


KOÇ - Sana kalsa dünyada herkes aptal bi sen akıllı dimi !!! Millete öğütler verir ukalalık taslar, önüne yemek koysan beğenmez... Allah düşmanların başına vermesin...

BOĞA- Sen ayrı bi panel konususun... kafayı iş yapmakla bozmuş sanki dünyayı bu kurtaracak.... inatçı mı inatçı, dik kafalı...

İKİZLER - Sen hızlı ve pratik düşünebiliyorsun, ama insanlar seni bunun için diil bisexuel olduğun için seviyolar.. kendinden çok şey verip karşındakinden az şey bekliyorsun yani salaksın... ayrıca çoğu şizofrenin de ikizler burcundan çıktığı söyleniyor, bilgine...

YENGEÇ - Sen sempatik ve başkalarının problemleriyle ilgilenir görünmeye çalışan son derece yapmacık birisin, ama biz bu sahte şirinlik numaralarını yemeyiz... Bu arada akıl hastanelerindekilerin %90'ının yengeç burcu olduğu söyleniyor! Haberin olsun!

ASLAN - Sen kendini dünyanın zirvesindeki kusursuz insan sanmaya devam et, ohoooo millet senle ne dalga geçiyor haberin yok... Eleştiriye hiç gelemeyen, kendini beğenmiş zavallı aslan parçası, sen kendini bir odaya kapat ve hayatının geri kalanını aynada oranı buranı seyrederek geçir bakalım....

BAŞAK - Sen pek aklı başında otoriter biri olduğun için dağınıklığı pek sevmezsin di mi? Ama senin her tarafı didik didik kontrol etme huyundan millete fenalık geldi! Amma soğuk, ruhsuz tipsin yaa sen, zaten sevişirken uyuyakalabilen birinden başka ne beklenir ki?

TERAZİ - Sen sanatçı ruhlu olduğun için apayrı saçma salak bi boyutta yaşıyorsun... Böyle aklı bir karış havada gezen adamın iş bulması da pek muhtemel değil, ömrünün sonuna kadar aylak aylak gezersin, sonunda da her büyük sanatçı gibi "kimse beni anlamadı" diye çıldırırsın yarım aklın da gider

AKREP - Sen hele sen! Berbatların içinde en berbat olan! İçten pazarlıklı, kıskanç, ahlak anlayışı sıfır! Çoğu Akrep'in eninde sonunda korkunç bir cinayete kurban gittiğini duymuş muydun?

YAY - Sen her şeyin iyi tarafını gören şen şakrak bir tipsin, kendini buna alıştırmışsın ne de olsa yeteneksizliğini ve şanssızlığını başka türlü örtemezsin değil mi? Çoğu Yay burcu zaten alkoliktir. Seni adam yerine koyup bu kadar yazanda kabahat...

OĞLAK - Sen tutucu ve risk almaktan kaçan birisin. Böyle biri dünyada ne diye yer işgal eder ki! Şöyle bir etrafına bak bakalım hangi kayda değer insanın Oğlak burcundan çıktığı görülmüş?

KOVA - Sen güya çok atak birisin ya, bir şeyi elde etmek için her türlü yalanı söylüyorsun, ama yalanı bile beceremiyorsun. Aynı hataları döne döne yapıyorsun çünkü kafasızsın. Ne sinirleniyorsun? Doğruları söyleyince kabahat oluyo di mi...

BALIK - Senin maşallah hayal gücün pek gelişmiştir. Sürekli FBI'dan ya da CIA'den birilerinin peşinde olduğunu düşüne düşüne sonunda kafayı yiyceksin. Ama sen en iyisi hayallerinle baş başa kal, nasılsa arkadaşlarının arasında en ufak bir dikkat çeken tarafın yok, kendine güveni olmayan öyle sessiz sedasız bir tipsin işte...